Bir babanın ilk çocuğu olan minik kızının ilk adımlarını görememesi ilk hecelemelerini duyamaması ne denli üzücüyse biz tam sekiz aydır daha nice üzüntü ve haksızlıkların olduğu bir çemberde yaşıyoruz. Hayat bizim için bir Eylül sabahı acı bir şekilde değişti. Belki de önceki hayatımızı şöyle bir özetlemek gerekir öncesinde. Eşim de bende üniversitede akademisyen olarak çalışan bireylerdik.(korkumuzdan üniversite adı,bölüm ve titri belirtemiyorum ne yazık ki )İnanılmaz bir iş yoğunluğu ve tempolu bir çalışma hayatının yanında güzel bir sosyal hayatımız vardı. Eşim çok başarılı uluslararası ve ulusal birçok indeksli yayınları, dergilerde makaleleri, dergi editörlükleri, yurt dışı burs ve projeleri olan ve aynı zamanda birçok öğrencisinin eğitimiyle de birebir ilgilenen çalışkan ve hassas bir akademisyendi. Ancak ülkede 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yaşanan olaylar neticesinde üniversiteden gelen ‘Fetö üyesi olma şüphesi’ ithamıyla temmuz ayında görevlerimizden uzaklaştırıldık. Bu uzaklaştırma aslında bize sadece görev yerimizden değil sosyal hayattan, arkadaş dost çevremizden ve hatta yaşam haklarımızdan şeklinde devam etti. Üniversiteden yapılan bu uygulama hiçbir somut delil gösterilmeden ve sebep sunulmadan yapılmıştı

Resmi yollarla hakkımızı aramak için çok uğraştık fakat nafile siz bir terör örgütü üyesi ilan edilmiştiniz bir kere. Eylül 2016 KHK’sı ile de hayatımızın her anında ilmek ilmek örerek bir yerlere geldiğimiz çok severek yaptığımız akademisyenlik mesleğinden ihraç edildik. Bu ihraç sadece mesleğe dair değil maalesef hayatımızın her alanını etkileyen hükümler içeriyordu. Artık devletin hiçbir kamu ve kuruluşunda çalışamayacak, hiçbir sağlık güvencesinden faydalanamayacaktık. Tüm pasaportlarımızın iptaline kadar. Ve maalesef aynı gün eşim gözaltına alındı. Evimize gelen polisler tarafından evimiz didik didik arandı. Ve sonrasında aramada hiçbir şey bulunmamış olmasına rağmen siz şüphelisiniz diyerek eşimi karakola götürdüler. Orada ne kadar kalacak, ne şartlarda kalacak, ne yaşayacak bunların hiçbirini bilmemek gerçekten çok ürkütücüydü. Zihnimde, tüm duygularımda o acı anı hep tekrar tekrar yaşıyorum. Ki bir haftaya yakın süren gözaltı sürecinde kendisinden hiçbir şekilde haber alamadık. Yerde yattığını, sadece sabah ve akşam biraz yiyecek verildiğini hatta bazen psikolojik olarak kötü muamele gördüğünü ise tutuklandıktan sonra cezaevi görüşünde öğrenecektim. Artık bizim için cezaevi günleri başlamıştı.

Tutukluluğundan bu yana tam sekiz ay olmasına rağmen bazen halen yaşadıklarımıza inanamıyorum. Çünkü insanların hem akılları hem vicdanları tutulmuştu sanki. Ortada kocaman bir haksızlık vardı ancak bizim çığlıklarımızı duyan hiç kimse yoktu. Cezaevi çok ayrı bir yer. Hele ki yıllarca vatanına hizmet etmiş bir eğitimci için.. içinde derin bir vatan millet sevgisi olan, hayatında karakola bile hiç gitmemiş bizim gibi birileri için apayrı, üstelik terör örgütü üyeliği şüphelisi olarak. Hayat bizim için gerçekten çok zorlaşmıştı. Tüm günlerimiz masumiyet mücadelesine dönüştü. Eşim cezaevinde normalde yedi kişinin kalması gereken bir koğuşta otuz iki kişi ile yaşıyordu ki halen öyle. Koğuşta ortak alanda yere konan bir yatağın üzerinde aylarca yaşadı. Çok kalabalık olduğu için ve bazı kısıtlamalardan dolayı da sıkıntıların yaşanılması kaçınılmaz olmuştu.

Eşimin sürekli kullanması gereken ilaçları var ve içemediğinde sağlığı oldukça bozuluyor. Bir hafta ilacının hiç temin edilmediği zamanlar olmuştu ve gerçekten çok kötü görünüyordu onun için çok endişelenmiştim. Eşya vermek için bile günlerce cezaevine gidip kuyruk beklediğimiz zamanlar oldu. Görüş günlerimiz çok daha kısıtlıydı ve mektuplarımızın ulaşımında fazlaca zaman aşımı oluyordu. Bir insanın kitapsız yaşaması mümkün değilken bir akademisyenin hiç değildir ama cezaevinde aylarca kitap yasaktı. Hiç unutmuyorum ilk kitap verildiğinde eşim çocuklar gibi sevindiğini anlatmıştı. Bir buçuk yaşındaki kızım ki babası gittiğinde henüz bir yaşına basmamıştı, babasının yokluğunu hala inanılmaz hissediyor. Çünkü onların aralarında çok özel bir bağ vardı. Hatta gözaltı ve ilk tutukluluk günlerinde kızım çok hastalandı bir hafta hastanelerdeydik. Kapalı görüşe gittiğimizde aradaki camı aşıp babasına gitmek istedi. Bu öyle üzücü bir şey ki elinizden hiçbir şey gelmiyor. Her gün istisnasız babasının fotoğraflarına bakıyoruz. Daha yeni yeni konuşabiliyor ama “Babacımm özlüyorum” diyor Bir baba olarak eşimin küçük kızınızın ilk adımlarını görememesi, ilk hecelemelerini duyamaması ve büyüdüğüne şahit olamaması ihtiyaç duyduğu her an yanında olamaması onun için ve bizim için gerçekten çok üzücü. Yapılan bu büyük haksızlığın, ömrümüzden çalınan her günün, sevdiklerimizden uzak geçirdiğimiz her anın hesabını kim verecek peki?

Duygusal olarak bizi yıpratan onca şeyin yanında işin bir maddi kısmı da mevcut maalesef. Şuan bir işimiz bir sosyal güvencemiz yok aile büyüklerinin maddi yardımlarıyla yaşıyoruz. Çünkü şuan da özel sektörde de bizim durumumuzda olan kişileri işe almıyorlar. Benim sağlık güvencem yok, üstelik anne ve babam da benim üzerimden sağlıktan faydalanıyordu oda iptal oldu. Ayrıca bu zor süreçte vertigo hastası oldum. Gerçekten yaşanan sıkıntılar aile bireyleri üzerinde maalesef sağlık sorunlarına neden oldu. Sosyal çevrede ise üniversitedeki birçok arkadaşımız bizimle ‘korktuğu’ için görüşmüyor. Eşimin eşyalarını almak için üniversiteye gittiğimde orada çok eskiden beri tanıdığımız kişilerin çok kırıcı tavırlarıyla karşılaştım. Bunlar yaşadıklarımızdan sadece birkaç kesit. Her şeye,herkese yapılan tüm haksızlıklara rağmen ümidimizi kaybetmedik.Adalet bir gün tecelli edecek ve eşimin suçsuzluğu ispatlanacak. Ve biz yine sevdiklerimizle bir arada olacağız. Masumiyet savaşımız devam ediyor. Bu benim yaşam hikâyem haksızlıkla savaşmaya çalışan hayatlardan sadece biri.